Gerçekleri gösteriyoruz, “sanayicinin ağlaması” olarak yorumluyorlar

 
Business News Dergisi
 
 
O, Türkiye’nin en büyük yüz firmasından biri olan Cafer Sadık Abalıoğlu Holding’in yönetim kurulu başkanı. Şirketlerinde 1600 kişiye iş olanağı sağlıyor, Denizli ve ülke ekonomisine önemli bir katkıda bulunuyor. Bunca varlığa karşı son derece alçak gönüllü, sıcak ve misafirperver bir Anadolu beyefendisi olan Mehmet Ali Abalıoğlu söz ettiğimiz kişi…
 
Kardeşi İsmet Abalıoğlu ile birlikte, bir taraftan yeni yatırımlarla büyümeye devam eden, bir taraftan  Abalıoğlu  Holding’in kurucusu rahmetli babaları Cafer Sadık Abalıoğlu adına kurmuş oldukları vakıfla çeşitli hayır işleriyle ilgilenen, diğer taraftan ise Türkiye’nin bir şehir adına yayımlanan en güzel dergisi olan Geçmişten Günümüze Denizli adlı dergiyi ücretsiz olarak yayımlayan Ali Abalıoğlu bu ay ki Ayın konuğu sayfalarımızda bizlerle... Denizli ekonomisinden ülke ekonomisine, yanlış teşviklerin yarattığı haksız rekabetten yeni yatırımlarına kadar geniş bir yelpazede sorularımızı yanıtlıyor Abalıoğlu...
 
 
 
Öncelikle ABalığlu Holding’in iştigal alanlarını öğrenebilir miyiz?
 
 
 
Bizim 3 ana sektörde faaliyetimiz var. Bunlar tekstil, kağıt ve bakır alanlarıdır. Elektrolitik bakır iletken üreten ve Erikoğlu ailesiyle ortak olduğumuz Er –Bakır isimli bir şirketimiz var. Bunun yanı sıra halka açık olan ve %50’yi aşkın hissesine sahip olduğumuz, oluklu mukavva üreten Dentaş Ambalaj isimli bir şirketimiz faaliyet gösteriyor. Yine Dentaş Kağıt Sanayi ismiyle bir başka şirketimiz yumurtaların taşınmasında kullanılan viol üretimi yapıyor. Alanında Pazar lideri olan bu şirketimiz Türkiye’deki üstünlüğünü Balkanlar’da da gerçekleştirmek amacıyla, Romanya’da üretim faaliyetlerinde bulunmak için DENTAŞ Romania SRL adlı bir şirket kurdu. 2004’te faaliyete geçene bu şirketimiz dünya ambalaj devlerinden Huhtamaki ile yapmış olduğu lisans anlaşması ile faaliyetlerini sürdürüyor. Tekstil sektöründe ise pamuk üretimi yapan Abalıoğlu Pamuk ve İplik üretiminin yanı sıra Curio markasıyla ev tekstili üretimi yapan Abalıoğlu Tekstil isimli şirketimizle faaliyet gösteriyoruz.  Abalıoğlu  Holding bugün 1600 çalışanıyla 800 Milyon Dolar civarı bir ciroya ulaşmış bir gruptur.
 
 
 
Denizli’nin bu güne kadar gelişini en iyi bilenlerden birisiniz, biraz anlatır mısınız o süreci.
 
 
 
Türkiye’de sanayinin geliştiği 1980’li yılları özellikle temel alırsak sanayinin ve ekonominin ciddi boyutta ivme kazandığı Denizli bana göre Türkiye’nin parlayan yıldızı idi. Ben tabii olaya sadece sanayideki yada üretimdeki gelişme ve büyüme açısından bakıyorum. O dönemde Avrupa’nın gelişmiş, zengin ülkeleri kendilerini tekstilden uzaklaştırmak istediler, dolayısı ile de Denizli bu ülkelerin boşalttığı boşluğu dolduracak olan şehirler arasında en şanslı şehirlerinden birisiydi. Zira Denizli tekstilinin mazisi antik çağlara dayanan bir geçmişe sahiptir. 1980’lerden önce ev sanayi şeklinde başlayan Denizli tekstili, dünyanın en gelişmiş markalarına ürün yapabilecek kapasitesi ve kalitesi ile dünyada söz sahibi olan bir sanayi haline geldi. Denizli artık tekstil ağırlıklı bir şehir. Bu bir zamanlar şehrimiz için çok iyiyken bugün maalesef bir handikap haline geldi.
 
 
 
Böyle düşünmenize yol açan nedir? Bugün Denizli’nin bu noktalara gelişindeki en büyük etken tekstil değil mi?
 
 
 
Tabii ki tekstilin ülkemiz ekonomisindeki yeri arttığı müddetçe Denizli çok şanslı bir şehir oldu. Ama artık tekstilin ekonomideki yerinin zayıfladığını, Türkiye’nin tekstil üretimi açısından üretim ikliminin müsait olmadığını var sayacak olursak Denizli önümüzdeki dönemde mutlaka bir değişim göstermek durumunda. Yani Denizli tekstili mutlaka kendini yenilemeli hatta sanayinin içerisinde tekstilin payı azalmalı. Fakat tam bu noktada ben önümüzdeki dönemlerde Denizli tekstili açısından çok umutlu değilim. Burada olayın devletten ve yöneticilerimizden beklentilerimiz açısından önemli olduğunu zannediyorum. Biz gerçekleri gösteriyoruz. Devlet olayı “sanayicinin ağlaması” olarak değerlendiriliyor ama dünyada dünya da herkesin kabul ettiği bir Çin faktörü var. Olay yalnız Çin değildir, yani tekstildeki maliyetlerin içerisindeki en önemli girdi olan enerji ve işçilik maliyetleri açısından olayın değerlendirilmesidir. Türkiye bunlarla kıyaslandığı zaman tekstil için rekabetçi bir ülke konumunda değil ve Avrupa Birliğine girme süreci, özellikle işçilik üzerindeki rekabet dezavantajımızı daha da artıracaktır. Tekstil gezici merkezli bir sektördür, bir tarihlerde gelişmiş batı ülkelerinin sektörü idi. Önümüzdeki dönemde de Çin gibi Hindistan gibi ülkelerin hakimiyetleri olacak. Dolayısıyla Türkiye’de bu emek yoğun sektörün problemlerine maalesef istihdam sorunlarımızın had safhada olduğu bir dönemde yakalandı. Bu sosyal problemlere kadar yol açacak ciddi bir konu ancak yöneticilerimizin, özellikle hükümetin bu konuda olayın bilincinde olacak sorumluluğu taşımadığını düşünüyorum.
 
 
 
 “1980’lerde önce ev sanayi şeklinde başlayan Denizli Tekstili, dünyanın en gelişmiş markalarına ürün yapabilecek kapasitesi ile dünyada söz sahibi olan bir sanayi haline geldi. Denizli artık tekstil ağırlıklı bir şehir. Bu bir zamanlar şehrimiz için çok iyiyken bugün maalesef bir handikap haline geldi.”
 
Tekstilde korkulan sona doğru hızla yaklaşıyoruz yani…
 
Yetkililer mutlaka bir tedbir almak, bir çare bulmak durumunda. Aynı şeyleri tekrar tekrar konuşmak istemiyoruz ancak “Bu konu kapanmıştır, yapılabilecek hiçbir şey yoktur” havasındalar ki, bu çok yanlış bir strateji diye düşünüyorum. Hükümet bu dezavantajlara eğer çare arayışında olmazsa korkarım ki çok iyi bildiğimiz bu güzelim sektörü altın tepside rakiplerimize teslim edeceğiz.
 
 
 
Sanayicinin bu günleri önceden görerek kendini sağlama alabileceği bir şeyler yok muydu Ali Bey? Örneğin Türkiye’de tekstilin tavan yaptığı zamanlarda markalaşmaya daha fazla önem verilmesi gerekmiyor muydu?
 
 
 
Sanayicinin yapacağı şey yok mu, mutlaka var. Sanayici moda, marka ağırlıklı daha önceden çalışabilmeli idi, tekstilin sanatsal bölümüne daha erken girmeli idi. Mağazacılık ve marka olma konusunda Türkiye tekstilde hak ettiği yere ya da olması gereken noktaya gelemedi. Standart üretimi çok iyi yapıyoruz ama standart üretimin dışına çıkıp bir marka olmalıydık. Mağazacılık ve moda tasarım konusunda da söz sahibi olmalıydık ve sıra ona gelmişti. Fakat zaten tarif ettiklerimizin hepsi ya da teknik tekstil diye tarif ettiğimiz sıralamanın dışında katma değeri daha yüksek ürünler var. Ancak bunlar Türkiye tekstilinin veya Denizli tekstilinin ağırlığını taşıyabilecek kapasite olmayacaktır. Her halükarda bazı firmalarımız bu işte başarılı olacaklar ve çalışmaları devam edecek. Ama buradaki en büyük ağılığı tutan özellikle istihdam yükü açısından çok büyük yer tutan, sıra malı tarif ettiğimiz ürünlerdir. Yani dünyadaki 7 milyar insan giyimlerine artırarak devam edecekler. Bütün mesel bunlar nerde üretecektir? Markaya sahip olmak demek illa ürünün o ülkede üretilmesi anlamına gelmiyor ki. Bugün en büyük markalar üretimlerini Çin’de yapıyorlar, en büyük tasarımcılar üretimlerini Çin için yapıyorlar. Dolayısıyla Denizli tekstilcisi de markalaşarak ve üretimlerini başka ülkelere kaydırarak bir şekilde ayakta durabilir. Peki, bu toprakların evlatları nerede istihdam edilecek o zaman? “Sanayici ağlamasın” diyorlar, tamam ağlamayalım ama bu ülkenin çok iyi bildiği bir işi maalesef kaybediyoruz.
 
 
 
Çok önemli başka bir sorun kıymetli YTL ‘dir. Yani biz nasıl bu kadar yanlış politikada bu kadar uzun süre ısrar ediyoruz anlamıyorum. Çin’in en büyük avantajı parasının değerini artırmamasıdır. ‘ben paramın değerini yükseltmeyeceğim’ diye direniyor. Amerika bir taraftan bastırıyor Çin’e; parasının değerini yükseltmek için. ‘dünya Ticaret Örgütü’nden Çıkartırım’ tehditleri savuruyor. Buna rağmen Çin kıymetlendirmemekte direniyor. Oysa Çin’e her yıl 100 milyar dolar civarı doğrudan yabancı sermaye giriyor. Dolayısıyla gerçekten değerli, ancak değerlendirilmemekte de direniyor. Çünkü biliyor ki ihracattaki çok büyük avantajı buna bağlı. Bizde ise, YTL’deki ihracat ithalat dengesi veya kamunun borcu olarak baktığımızda YTL’nin değerlerinin düşük olması lazım ama dışarıdan gelen bir sıcak para var (ki fahiş fiyatı dolayısı ile ben ona dopingli para diyorum) Fahiş bir kar hırsı ile ülkeye gelen bu para terazinin dengesini bozuyor, bu bozma YTL’yi kıymetli gösteriyor. Eğer sen bu para için bir çözüm bulamazsan, faizlerinin %20’lerde olduğu dönemlerde enflasyon eğer tek haneli ise bu işte bir yanlışlık var. Serbest kur serbestliğine engel olacak bir fahiş rakamı var. O rakam bütün dengeleri alt üst ediyor, dolayısı ile serbest kur bilerek dopingli bir şekilde dengeyi bozuyor o da paranızın dengesini düşük tutuyor. Bunun sonucunda Türkiye ithalat cenneti bir ülke haline geldi. Artık tekstil Türkiye’de üretileceğine ithalatı yapılıyor.
 
 
 
 “Markaya sahip olmak demek illa ürünün o ülkede üretilmesi anlamına gelmiyor ki. Bugün en büyük markalar üretimlerini Çin’de yapıyorlar, en büyük yatırımcılar üretimlerini Çin için yapıyorlar. Dolayısıyla Denizli tekstilcisi de markalaşarak ve üretimlerini başka ülkelere kaydırarak bir şekilde ayakta durabilir.”
 
Teşvik politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Devletin bir başka büyük yanlışı budur. Bir kere 49 ile birden teşvik, teşvik olamaz. Teşvik verilecekse Güneydoğu’daki bazı illerimize hep beraber verelim. Ama Hakkari ama Şırnak bu en fazla 5 İl olmalı. Bu illeri çok güçlendirecek ve oradaki insanların terörün pençesinden kurtarabilecek bir yatırım kanalize edilebilir. Oralara bir göç temin edilebilir.
 
 
 
Şimdi, Denizli, Antep gibi büyük sanayi şehirlerinin etrafındaki illere teşvik veriliyor. Bu bence yıllarını vererek belli bir noktaya ulaşmayı başarabilmiş sanayi şehirlerine karşı işlenen bir cinayettir. Bizler bu noktalara ulaşabilmek için işçiyle, işvereniyle çok emek sarf ettik, bu işi öğreninceye kadar çok yanlışlıklar yaparak bu yanlışlardan dersler çıkararak bugünlere geldik. Şimdi sen kalkıp ülkenin kaynaklarının zaten kıt olduğu bir dönemde, tekstilde hiç birikimi olmayan bir bölgeye “Al makineni gel tekstilcilik yap” diyorsun. Bunun sonucunda şuan harıl harıl çalışan tesisler yeni teşvikli komşular sayesinde birer makine mezarlığı haline gelecekler. Bu arada teşvik alan bölgelerde her şeye sıfırdan başlayıp insanlara tekstili öğretmeye çalışacak, bu arada bizim bir zamanlar yaptığımız yanlışlıkları yapacak ve hatalı mallar üretecek.
 
  
 
Onlar işi öğrenip kaliteli mal yapmaya başlayana ve bu mallarını satabilecekleri pazarları oluşturmaya başlayana kadar, zaten Çin gelip oraları süpürecek. Niye mevcut, yüryen işi öldürüyorsun da yeni birilerini çıkartmaya çalışıyorsun. Bunun mantığı nerde. Düne kadar burnumuzun dibindeki müşterimiz şimdi malı gidip Maraş’tan alıyor. Oradaki teşvikli şirketten alıyor çünkü enerjisi farklı, istihdam üzerindeki yükü farklı rekabet edebilmek mümkün değil… ama devlete gidip de sorunlarımızı anlattığımız zaman, “bu konu konuşulmayacak, bunun kararı verildi diyor. Yani yanlış karar müzakere bile edilmiyor.
 
  
 
Hükümet bunu neden anlamak istemiyor veya bu konuyu tartışmak istemiyor olabilir?

 
Bence sorumluluklarını bilmiyorlar ve bunun sonucunda da ülke maalesef iyiye gitmiyor.
  
 
Peki siz Abalıoğlu Tekstil olarak geleceğe yönelik ne tür önlemler alıyorsunuz?
 
 
Biz yüzde yüz pamuk ipliği üretiyoruz. Yani tamda önümüzdeki dönemde problem olacağını söylediğimiz standart ara malı üretiyoruz. Üç sene önce karar verdik ki; bu iş Türkiye’de devam etmeyecek. Bizim grubun içerisin de tekstilin payı oldukça azdır. Ama bu çok iyi bildiğimiz iş körü körüne duvara toslamak üzere, gördük ki burada devam etme şansımız yok. Dolayısıyla biz son üç yıldır yurt dışına çıkartma arayışı içerisindeyiz. Özellikle Özbekistan’la başladık ve Mısır ile devam ediyoruz. Bugüne kadar oluşturduğumuz müşteri portföyümüzü kaybetmeden, sektördeki deneyimlerimizi bize maliyet avantajı sağlayacak, global oyuncu olmamıza destek olacak bu ülkelere kaydırma kararındayız. Bu kararı verirken, bugün ülkemizde bizi zorlayan koşulların bir gün değişebileceğini ve Türkiye’nin tekstil için yeni bir cazibe merkezi olabileceğini ümit ediyoruz. Ama her ne olursa olsun, yaşadığımız sorunlar karşısında vazgeçmek yerine, eski gücümüzü koruyabileceğimiz ve hatta mevcut koşulları lehimize kullanarak daha avantajlı noktalara gelebileceğimiz bir ortam yaratmak amacındayız. Mısır’da daha ileri noktadayız. Mevcut yatırımlarımızı Türkiye’den o ülkelere kaydırmak istiyoruz. Bu ülkelerde aslında yatırım yapmak zor. Türkiye’nin 1960’lı yıllarını hatırlıyorum. Özellikle bürokrasiyi aşmak zor, yani belli sıkıntılar var. Kurallarda bir yeknesaklık yok neyi neden beklediğimizi bilmeden bekliyoruz. Dolayısıyla biz Özbekistan’da çok fazla ilerleyemedik. Ama Mısır’da daha geç başlamamıza rağmen daha ilerideyiz. Denizli’de de, geleceğin ürünü olan daha katma eğerli daha farklı karışım iplikler üretiyoruz. Dolayısıyla yeni bir yatırım aşamasındayız Denizli içinde. İnşallah 2007’nin 3. çeyreğinde faaliyete geçmiş olacak. İplik fabrikamızda 400 civarı kişi çalışıyor. Biz Denizli’de aynı işçilerimizle devam etmenin çaresini arıyoruz, yeni yaptığımız yatırımla daha farklı bir ürüne geçerek bunu başarabileceğimizi düşünüyorum.
 
 
 
Başka iş sahaları düşünmüyor musunuz?
 
 
 
Tabii yeni iş sahalar içinde arayışımız var. Ama mevcut sektörlerimizde de yeni yatım projelerimiz devam ediyor. Nisan da devreye gireceğini düşündüğümüz bir ambalaj tesisimiz var. Çorlu’daki ambalaj tesisimizin bir benzerini Adana’da kurmak istiyoruz. Ayrıca Çorlu’da ambalaj fabrikamızın hammaddesi olan kağıdı üreten bir tesisi kurmak istiyoruz. Hammaddeyi zaten kendimiz üretiyoruz ancak, mevcut kağıt üretim tesisimizin kapasitesini Denizli ve Adana oluklu mukavva ambalaj tesisleri ile dolduracak olursak Çorlunun hammadde ihtiyacı için yeni tesise ihtiyacımız var. Violde de yeni bir yatırımın içerisindeyiz. Değişen teknolojiye ayak uydurmak için bizde teknolojimizi yeniliyoruz. Yeni yatırımızla birlikte üzeri düz violler üreteceğiz. Bunun yanısıra birde yumurta tozu yatırımımız olacak.
 
 
 
 Pastörize yumurtayı Unakıtan sayesinde geç de olsa öğrendik, bu yumurta tozu neyin nesi?
 
Yumurtanın değişik operasyonlardan geçirilerek toz haline getirilmiş ve böylece son kullanma tarihi bakımından ömrünün uzatılmış hali. Buradaki esas hedefimiz; yumurta sektörü bir dalgalanmanın içerisindedir. Özellikle kuş gribi olayında müşterilerimiz bir hayli sıkıntıya girdiler. Türkiye’de bu tesisten hiç yok. Yumurtalar pastörize ama arzu edilen kalitede değil. Yumurta tozu ise kalite açısından pastörize yumurtanın daha ötesindedir. Biraz daha farklı kullanım alanları da olacaktır. Tesis için tam karar vermedik ama büyük ihtimalle müşterilerimize daha yakın olması açısından Balıkesir - Bandırma tarafında kuracağız.
 
 
 
Denizli’nin sanayi olarak çok ileride olduğu yadsınamayacak bir gerçek Ancak şehircilik anlamında baktığımızda Denizli’nin aynı hızda gelişmediği görülüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
 
 
 
Tespitiniz doğru. Denizli’de şehircilik ve sosyal yaşam maalesef gelişmedi. Açıkçası biz yöneticilerimizden çok memnun değiliz. Yöneticilerimiz yönünden şanslı olmadığımız bir gerçek. Dolayısıyla Denizli hak ettiği hizmetleri devletten alamadı. Denizli sanayinin gelişmesi ile aslında beyin göçünü de sağlamış oldu. Yani Denizli’nin kendi beyinlerine de iş verebilme olanağının yanısıra dışarıdan da beyin transferi oldu. Denizli sosyal bakımdan arzu edilen seviyede değil. Yani Pamukkale gibi bir dünya mirasına sahip olmanın, bir turizm şehri olmasının hak ettirdiği bir sosyal yaşam standardına sahip değil. Denizli tabii ki, dışarıdan hak ettiği hizmetleri alamadı. Alt yapı yatırımları yapamadı, belediye hizmetleri bakımından da aynı şikayetimiz devam ediyor. Dolayısıyla Denizli şehircilik bakımından da imar bakımından da çok güzel bir şehir değil. Hava kirliliğinin ne kadar berbat bir halde olduğu ise geçtiğimiz ay Denizli’nin Türkiye’nin en kirli havasına sahip olduğunun açıklanmasıyla daha net olarak ortaya kondu.