Aksiyon Dergisi 

Türkiye’de Turgut Özal ile başlayan iletişim devrimi, şirket göçünü durdurdu. Artık, Anadolu’da palazlanan şirketler, merkezini İstanbul’a taşıma ihtiyacı hissetmiyor. Özellikle bazı şehirlerin İstanbul’u aratmayan imkânları, beyaz yakalı denen profesyonel yöneticilerin Anadolu’ya transferini sağlıyor.

‘1985’te Türkiye’nin en modern işletmesinde göreve başladığımda sadece tek bir telefon hattımız vardı. Düzce’deki fabrikaya teleks bile alamıyorduk. Gelen telekslerimizi almak için şehre inmemiz gerekiyordu. Şimdi ise ofisimden, grubumuza ait Anadolu’daki bütün fabrikaların üretimini anında izleyip hangi müşteri için ne kadar üretim yapıldığını, hatta hangi tezgâhların arıza yaptığını bile görebiliyorum. O zamanlar aklımıza hayalimize bile gelmeyecek gelişmeyi, son 20 yıla sığdırdık.” Bu sözler, Bursa ve Kayseri’de fabrikaları bulunan Boydak Holding’in Yatırım Koordinatörü Fethi Ünal’a ait. Türkiye’deki telekomünikasyon devriminin ve bunun özellikle Anadolu’daki sanayicilere etkilerinin en yakın şahitlerinden biri kendisi. Profesyonel iş hayatına merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Çelik Endüstrisi Grubuna ait Elektro Metal fabrikasında başlayan Ünal’ın bir diğer özelliği ise ‘taşra’ya yerleşen ‘beyaz yakalılar’dan olması. 

Bugün Türkiye’nin lokomotif şirketlerinin kurucularının birçoğu Anadolu kökenli. Sabancılar Kayseri ve Adana, Koç Grubu Ankara, Zorlu Grubu Denizli, Dedemanlar Kayseri, Toprak Grubu Diyarbakır, Ulusoy ailesi Trabzon, Cevahir Grubu Trabzon, Borusan Grubu Kayseri, Çalık Grubu Malatya kökenli. Bu holdinglerin hepsinin genel merkezleri İstanbul’da. Bazıları memleketlerine yatırım yapmayı sürdürse de bunların birçoğu sembolik düzeyde ve vefa duygusuyla ortaya konan çalışmalar. Eskiden Anadolu’da biraz palazlanan aile şirketleri hemen İstanbul’a taşınırdı. Son yıllarda bazı şirketler İstanbul’a yerleşme ihtiyacı hissetmiyor artık. Ofisleri olmakla birlikte üretim üssü veya genel merkez olarak ortaya çıktıkları toprakları kullanıyorlar. Kayseri kökenli Boydaklar, Gaziantepli Sanko, Denizlili Abalıoğlu Grubu bunlara en iyi örnek. hâl böyle olunca bundan sadece 20 yıl önce memleketlerini bırakıp İstanbul’da fırsat arayan beyaz yakalılar için artık Anadolu’daki şirketler önemli bir kapısına dönüştü. Hatta İstanbul ve Ankara’dan Anadolu’nun çeşitli illerine ‘beyaz yakalı’ transferleri yapılıyor. Bunlar arasında tepe yöneticisi ve CEO düzeyinde olanlar bile var.

Usta işi fabrikasyona döndü 

Boydaklar’ın davetiyle Kayseri’ye giden Fethi Ünal, Abalıoğlu Holding’in CEO’luğunu üstlenerek Denizli’ye yerleşen Dr. Faruk Güler bunlardan sadece birkaçı. “Öylesine görmek için gittiğim ilde 7 yıl kaldım. Anadolu’da çalışmayı düşünmüyordum ama gördüğüm dinamizm ve yenilikçi anlayış beni cezbetti.” diyor Fethi Ünal. Çalışmalara başladıktan sonra birçok üst düzey yöneticiyi Ankara ve İstanbul’dan getirdiklerini belirtiyor. En son ramazan ayında şirketin verdiği iftarda en az 2 bin beyaz yakalının bulunduğunu söylüyor. 

1995’te Kayseri’de göreve başlayan Fethi Ünal, yeni yatırımların oluşturulması, şirketin profesyonel ve uluslararası standartlara kavuşması sürecinde öncülük yapar. Boydak’ın İstikbal’den sonraki ikinci önemli markası olan Bellona o dönem kurulur. Alanında tecrübeli mühendis ve yöneticiler Ankara’dan transfer edilir. Planlama departmanı kurulur, yeni ürün geliştirme çalışmaları yapılır, şirkete ISO ve toplam kalite standartları getirilir. Bu dönemin en dikkat çekici gelişmesi ise üretimde eski usullerin terk edilerek fabrikasyon anlayışına geçilmesi. Kanepe ve koltuklar eskiden el işçiliği ile yapılırken, şimdi artık otomobil fabrikalarındaki gibi bant üzerinde üretim yapılıyor. Usta elinde ortaya çıkan arızalar, simetri bozuklukları ve ayarsızlıklar, fabrikasyon üretimde yaşanmıyor. Yine eski usulde el işçiliğinin doğal sonucu olarak üretimde defolu mamul oranı çok yüksek iken, teknolojik yatırımlar ve fabrikasyon üretimle bunlar neredeyse sıfırlanmış durumda. 

Denizli merkezli Abalıoğlu Holding CEO’su Dr. Faruk Güler de, Anadolu kökenli bir aile şirketinin değişim ve kurumsallaşma sürecinin başaktörlerinden. Endonezya ve Malezya’daki şirketlerde uluslararası kariyer yapan Güler, 10 yıllık yurtdışı çalışmasından sonra İstanbul’a döndüğünde Abalıoğlu firmasından teklif alır. Uluslararası bir çalışma ortamından Anadolu’daki aile şirketine geçiş kolay olmaz ve iş görüşmeleri altı ay sürer. Yaşadığı süreci, “Abalıoğlu ailesi bir değişim istiyordu. Denizli’nin dışında başka mutfaklarda nasıl yemekler pişiyor diye merak ediyor, bunları kendilerine tattıracak birini arıyorlardı. Ben de o yemekleri tatmış birisi olarak, bir şeyler verebilirim özgüveni ile geldim.” diyor. 1999 başında başladığı görevini halen Abalıoğlu Holding CEO’su olarak sürdürüyor. Denizli macerasının kendisine çok şey kazandırdığını düşünüyor. Endonezya’daki işçi ile Denizli’dekini yönetmek arasındaki kültürel farkların işine çeşni kattığı görüşünde: “O çeşniyi yakalayamıyorsanız her şey oluyor ama helva olmuyor. Bırakın ülkeleri, İstanbul ile Denizli arasında bile kültürel farklar var. Denizli halen değerleri olan, çalışmaktan zevk alan insanların olduğu ve alın terine değer verilen bir yer.” Holdinge katkısını da, “Biz bir aile şirketine profesyonellik ve kurumsal yapı getirdik. Patronlar da arkamızda durdu.” sözleriyle açıklıyor. 

Dr. Güler’in bir profesyonel olarak ilk görev yeri Sabancı Holding’e ait Kordsa fabrikasıdır. Firmada Ar-Ge’den sorumlu kısım müdürüyken, aldığı bir teklifle Endonezya’nın başkenti Cakarta’ya gider. Lastik takviye malzemeleri üzerine üretim yapan bir Endonezya şirketinde tepe yöneticisi olarak görev alır ve firmayı 5 yıl içinde dünyada bu alanda söz sahibi yapar: “Teknolojik bir ürün yaptığımız için kabullenilmesi çok zordu çünkü bunu üretenler Amerika, Kanada, Japonya ve Almanya gibi teknolojide ileri gitmiş ülkelerdi. Bir Endonezya firmasının teknolojik üretimini satar hale gelmesi kolay olmadı; ama bu firma şimdi kendini dünyaya kabul ettiren bir şirket haline geldi.” 

Uzakdoğu’da her şey yolunda giderken Türkiye’ye dönmeye karar verir Güler ailesi. Gerekçe ise çocukların eğitimidir. Türk kültürüne çok önem verdiklerinden çocuklarının Amerikan okullarında yetişmesi onları rahatsız eder ve bu sebeple geri dönüş kararı alırlar. Faruk Güler, “Dolayısıyla işim çok düzgün, hayatım çok güzel ve gelirim çok üst düzeyde olmasına rağmen çocukların kendi kültürlerini ve kimliklerini benimsemeleri ve boşlukta kalmamaları için dönmeyi tercih ettim.” diyor. Cakarta ve Bankog’da birlikte çalıştığı Batılı mühendisler onun bu kararı almasında etkili olur. İşlerinde çok iyi olan bu insanların saat beşten sonra ciddi kimlik bunalımına düştüklerini ve kim olduklarını sorgulamaya başladıklarını belirtiyor. Kendi kökenlerini ve değerlerini bilmeyen insanın bırakın başkalarına, kendisine bile faydasının olmayacağının altını çiziyor. 

Yeni nesil şirketleri kurumsallaştıracak 

Tepe yöneticilerin İstanbul’dan Anadolu’ya transferinde ailelerin bakış açısı da önemli bir faktör. Fethi Ünal’ın ailesi 7 yıl Kayseri’de, Faruk Güler’in ailesi ise 4 yıl Denizli’de yaşamış. Her iki yönetici de ailelerinden olumsuz tepki almamış. Hatta şimdi sorsanız yine Anadolu’yu tercih edeceklerini belirtiyorlar. Ailelerin tekrar İstanbul’a dönüşünde ise çocukların üniversite eğitimleri en önemli gerekçe. İşin aile boyutunun ne kadar önemli olduğu Faruk Güler’in tespitlerinden ortaya çıkıyor. Çok iyi imkânlar sundukları bazı profesyonel yöneticileri Denizli’de çalışmaya, sırf aileleri istemediği için ikna edemediklerini belirtiyor. Her ne kadar Anadolu ile İstanbul arasındaki teknik farklar eskisine oranla çok daha az olsa da, insanların kafasındaki farkların halen kapanmadığı bu örnekte de ortaya çıkıyor. Güler, Türkiye’nin artık İstanbul’dan ibaret olmadığının anlaşılması gerektiğini belirterek, Anadolu’daki potansiyelin görülmesini istiyor.

 Sanayi var, sosyal hayat yok 

Onun Denizli ile ilgili tek şikâyeti ildeki kültür sanat faaliyetleri ile eğitim noktasındaki yetersizlik. Bu durum aslında sanayileşme noktasında büyük atılım gerçekleştiren birçok Anadolu şehri için de geçerli. Mesela Manisa’daki büyük fabrikaların bütün tepe yöneticileri, hatta çalışanları bile İzmir’de oturmayı tercih ediyor. İle yakın olan İzmir tercihinin asıl sebebi fiziksel değil; Manisa’daki kültür sanat ve eğitim faaliyetlerinin yetersizliği.  

Bursa’da faaliyet gösteren bir Alman yatırımı olan Grammar Koltuk’un kontrol müdürü Hakan Ketenci ise bir başka yurtdışından Anadolu’ya transfer hikâyesinin kahramanı. 10 yıl kaldığı Almanya’da eğitimini Dordmund’da işletme üzerine yapar. İki yıllık profesyonel deneyimden sonra Kombassan Holding’in teklifi ile Petlas’ta çalışmayı kabul eder ve Türkiye’ye döner. Profesyonel hayatını, şartların daha iyi olduğu Almanya yerine Türkiye’de sürdürmeye karar vermesinde, kendi ülkesinde çalışmaktan duyduğu heyecanın etkili olduğunu söylüyor: “Rizeliyim ailem İstanbul’da yaşıyor ama ben artık Bursalı oldum. Anadolu’da çalışmak bana göre çok daha heyecan verici. Burada insanların tavırları, saygısı, ilgisi çok farklı; bu ilişkileri Avrupa’da bulamazsınız.” Ketenci örneğindeki profesyonellerin en önemli özelliği Avrupa’daki iş deneyimini ve profesyonel beceriyi Anadolu şirketlerine taşımaları.

 

İki tarafı iyi bilmeleri, buradaki şirketlerin dış piyasaları öğrenme ve ihracat yapabilme şanslarını da önemli ölçüde arttırıyor.  

Dışarıdan gelen profesyonellerin Anadolu şirketlerine önemli bir katkısı da, yabancı ortaklıklar. İhracata ek olarak, uluslararası firmalarla kurulan işbirlikleri ve yapılan lisans anlaşmaları kurumsallaşma sürecinin önemli kilometre taşlarını oluşturuyor. Bugün Anadolu’daki birçok büyük holdingin, üretim yaptıkları alanlarda yabancı firmalarla işbirliği var. Bu işbirlikleri Anadolu’daki üretimin dünya standartlarına ulaşmasında önemli pay sahibi. Fethi Ünal, değişim sürecinde üniversitelerin katkısının da unutulmamasını istiyor. Son yıllarda Anadolu’nun birçok iline açılan üniversiteler, sanayicilerin daha bilimsel çalışması noktasında etkili oldu. Birçok ilde üniversitelerin işletme ve iktisat fakülteleri, ticaret ve sanayi odaları ile ortak çalışmalara imza attı. Bu ortaklıklar, aile şirketlerinin kurumsallaşma ve profesyonel bir yönetime kavuşma sürecinde önemli bir kilometre taşı oldu.   

BABADAĞ’DA TOPRAK YOK AMA AĞA VAR!   

Dr. Faruk Güler’in, yaklaşık 10 yıldır yaşadığı Denizli ile ilgili ilginç gözlemleri var. 1970’lerde kalkınmada öncelikli, fakir bir şehir olan Denizli’yi bugün Türkiye’nin önde gelen sanayi şehirlerinden biri haline getiren faktörün tekstil sektörü olduğunu belirtiyor. Bu sektörün ise ilginç bir altyapısı var. Buldan, Tavas ve Babadağ gibi ilçeler bugün dünya markalarına üretim yapan tekstil şirketlerinin altyapısını hazırlayan ilçeler. Bu ilçelerde, nesiller boyunca ev tezgâhlarında dokumacılık yapılmış. Bugün Buldan Bezi diye Türkiye genelinde meşhur kumaşlar, bu sürecin ürünü. Faruk Güler, Babadağ’da kendilerine ‘ağa’ denen insanlara rastlamış. Doğal olarak, “Burada toprak yok, insanlar nasıl ağa olur?” diye sorar ve bu insanların bez tüccarı olduğunu öğrenir. Bez tüccarları eskiden şehir şehir dolaşarak mallarını pazarlarmış. Buldan Bezi gibi bir markayı da bu insanların gayretleri ortaya çıkarmış. Birçoğu ilkokul mezunu bile olmayan bu insanların bırakın Türkiye’yi neredeyse bütün dünyaya mal satma becerisi gösterdiklerini belirtiyor. Babadağ, Buldan ve Tavas halkı da bu tüccarların başarısına duydukları saygının bir gereği olarak onlara ‘ağa’ demeyi uygun görmüş. Güler, bugün havlu ve bornozda dünyanın en önemli üretim merkezlerinden olan Denizli’nin bu noktaya gelmesinde, bu ağaların önemli rolü olduğunun altını çiziyor.